ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ'NİN DETAYLI İNCELEMESİ - DEAD POETS SOCIETY
Bazı filmler vardır, izleyip bitirdiğinizde sadece bir hikaye seyretmiş olmazsınız; ruhunuza dokunur, zihninize tohumlar eker ve hayatınızın geri kalanında size eşlik edecek bir felsefeyi armağan eder. Peter Weir'in yönettiği, Tom Schulman'ın Oscar ödüllü senaryosuyla hayat bulan ve Robin Williams'ın unutulmaz performansıyla taçlanan 1989 yapımı "Ölü Ozanlar Derneği" (Dead Poets Society), tam olarak böyle bir filmdir. Gelin, bu zamansız klasiğin katmanlarını birlikte aralayalım ve o sıraların üzerine neden çıkmamız gerektiğini yeniden hatırlayalım.
Film, bizi 1959 yılının katı ve disiplinli Welton Akademisi'ne götürür. Bu okul, dört temel sütun üzerine kurulmuştur: "Tradition, Honor, Discipline, Excellence" (Gelenek, Onur, Disiplin, Mükemmellik). Bu dört kelime, sadece bir slogan değil, aynı zamanda öğrencilerin üzerine giydirilmeye çalışılan, tek tip bir elbisenin kumaşıdır. Okulun amacı, ailelerinin beklentileri ve toplumun dayattığı yollarda yürüyecek, "başarılı" doktorlar, avukatlar, mühendisler yetiştirmektir.
Bu gri duvarlar arasında, bir grup genç adamla tanışırız: Babasının gölgesinden çıkamayan, utangaç Todd Anderson (Ethan Hawke); başarılı bir öğrenci olmasına rağmen içinde bir sanatçı ruhu taşıyan ve bu ruhu babasının baskısıyla boğan Neil Perry (Robert Sean Leonard); aşka aşık romantik Knox Overstreet (Josh Charles) ve alaycı realist Charlie Dalton (Gale Hansen). Onlar, sistemin kendilerinden ne istediğini bilen ama içten içe daha fazlasını arzulayan bir neslin temsilcileridir. Okulun ve ailelerinin onlar için çizdiği yol haritası bellidir, ancak kalpleri henüz o yola girmeye hazır değildir. Bu baskıcı atmosfer, filmin ilerleyen dakikalarında yaşanacak isyanın ve aydınlanmanın ne kadar gerekli olduğunu daha en başından bize hissettirir.
Welton'ın bu tekdüze ve boğucu düzeni, yeni İngilizce öğretmeni John Keating'in (Robin Williams) okula gelmesiyle sarsılır. O, daha ilk dersten itibaren diğer öğretmenlerden ne kadar farklı olduğunu belli eder. Öğrencilerine ıslıkla seslenir, onları sınıftan çıkarıp okulun şeref salonuna götürür ve geçmişin tozlu fotoğraflarından fısıldayan bir gerçeği hatırlatır: "Carpe Diem. Seize the day, boys. Make your lives extraordinary." (Anı yaşayın çocuklar. Hayatlarınızı olağanüstü kılın.)
Keating, şiiri formüllerden, vezinlerden ve ölçülerden ibaret bir bilim olarak gören ders kitaplarını yırtıp attırır. Onun için şiir, ruhun dilidir; hayatta kalma sebebimizdir. Masaların, sıraların üzerine çıkarak dünyaya farklı bir açıdan bakmaları gerektiğini öğretir. Onun dersleri, sadece bir müfredatı takip etmek değil, hayatı sorgulamak, birey olmak ve kendi sesini bulmak üzerine kurulu bir manifestodur. Robin Williams, bu rolde sadece bir karakteri canlandırmaz; adeta bir nesle ilham veren bir rehbere dönüşür. Enerjisi, tutkusu ve gözlerindeki o hüzünlü pırıltı, Keating karakterini sinema tarihinin en unutulmaz öğretmenlerinden biri yapar.
Keating'in ilhamıyla dolan gençler, onun eski okul yıllığında "Ölü Ozanlar Derneği" adında gizli bir topluluğa ait olduğunu keşfederler. Bu keşif, onlar için bir dönüm noktası olur. Neil Perry'nin liderliğinde, geceleri okuldan kaçıp yakındaki bir mağarada toplanmaya başlarlar. Bu mağara, Welton'ın baskıcı duvarlarının tam zıddıdır; özgürlüğün, yaratıcılığın ve kardeşliğin sembolüdür.
Not: Bu yazının devamı, 'Ölü Ozanlar Derneği' filmini henüz izlememiş olanlar için spoiler içermektedir.
Burada, ünlü şairlerin dizelerini okurlar, kendi yazdıkları şiirleri paylaşırlar ve en önemlisi, ilk defa "kendileri" olurlar. Knox, aşkını şiirle ifade etme cesaretini bulur. Todd, içindeki sessiz duvarları yıkarak ilk defa ruhundan dökülenleri kelimelere döker. Charlie, "Nuwanda" adını alarak sisteme karşı daha cüretkar bir tavır sergiler. Dernek, onlar için sadece bir kulüp değil, aynı zamanda ailelerinin ve okulun onlara dayattığı kimliklerden sıyrılıp kendi benliklerini keşfettikleri bir sığınaktır. Bu sahneler, gençlik ruhunun ve sanatın birleştirici gücünün en saf halini yansıtır.
Ancak her devrim gibi, bu kişisel devrimin de bir bedeli vardır. Keating'in yaydığı özgürlükçü düşünceler, Welton Akademisi'nin muhafazakar yönetimi tarafından bir tehdit olarak görülür. Özellikle Neil Perry'nin tiyatro tutkusu, babasının katı iradesiyle çatıştığında, filmin tansiyonu yükselir. Babası tarafından hayalleri elinden alınan Neil, yaşadığı çaresizlik ve baskı sonucunda trajik bir karar verir.
Neil'in intiharı, filmdeki o naif ve umut dolu atmosferin üzerine bir karabasan gibi çöker. Okul yönetimi, bu trajedinin sorumlusu olarak John Keating'i hedef gösterir ve onu okuldan atmak için bir soruşturma başlatır. Öğrenciler, geleceklerini kurtarmak adına baskı altında Keating'i suçlayan bir belgeyi imzalamaya zorlanır. Bu an, filmin en can alıcı noktasıdır: "Carpe Diem" felsefesinin bedeli ne kadar ağır olabilir? Özgür düşüncenin peşinden gitmek, her zaman mutlu bir sona mı ulaşır? Film, bu zor sorularla izleyiciyi baş başa bırakır.
Filmin final sahnesi, sinema tarihinin en ikonik ve duygusal anlarından biridir. John Keating, eşyalarını toplamak için sınıfa son bir kez girdiğinde, okulun yeni müdürü Nolan tarafından yönetilen sıkıcı bir dersle karşılaşır. Tam Keating sınıftan ayrılmak üzereyken, utangaç Todd Anderson, tüm baskılara rağmen ayağa kalkar ve sırasının üzerine çıkarak öğretmenine o unutulmaz dizelerle seslenir: "O Captain! My Captain!".
Todd'un bu cesur hareketi, diğerlerine de ilham verir. Birer birer, Keating'i suçlayan belgeyi imzalayan öğrenciler bile sıralarının üzerine çıkarak Kaptanlarına veda ederler. Bu, sadece bir öğretmene yapılan bir saygı duruşu değildir. Bu, baskıya karşı kazanılmış manevi bir zaferdir. Onlara kendi seslerini bulmayı öğreten adama, artık kendi sesleriyle cevap vermektedirler. Keating'in yüzündeki o hüzünlü tebessüm, ektiği tohumların boşa gitmediğini gösterir. Okuldan atılmış olabilir, ancak mirası, o genç beyinlerde sonsuza dek yaşayacaktır.
"Ölü Ozanlar Derneği", bize hayatın sadece nefes alıp vermekten ibaret olmadığını, onu şiirle, tutkuyla, romantizmle ve sevgiyle doldurmamız gerektiğini hatırlatır. Bize dayatılan yolları sorgulamayı, dünyaya farklı bir açıdan bakmayı ve en önemlisi, kendi "dizemizi" bulup onu cesurca söylemeyi öğütler. Ve belki de en önemlisi, bir Kaptan'ın hayatımızı ne kadar değiştirebileceğini gösterir.